Nazilerin Sovyetler Birliği'ni istilasının sekseninci yılı
Stalingrad’da Wehrmacht saldırısına hazırlanan Kızıl Ordu askerleri

22 Haziran 1941 gününün erken saatlerinde, Alman Silahlı Kuvvetleri (Wehrmacht), insanlık tarihindeki en kanlı çatışmayı başlatarak Sovyetler Birliği’ni istila etti. Mayıs 1945’te savaşın sonuna gelindiğinde, 1,5 milyonu Sovyet Yahudi’si ve 3 milyondan fazlası Sovyet savaş esiri olmak üzere en az 27 milyon Sovyet yurttaşı ölmüş olacaktı.

İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük muharebelerinin çoğu Doğu Cephesi’nde yapıldı ve Naziler, Leningrad gibi büyük şehirlerin sistematik olarak aç bırakılması da dahil olmak üzere, en kötü vahşetlerinin çoğunu Sovyet topraklarında gerçekleştirdi. İstila, Nazilerin Yahudi karşıtı politikalarında da bir dönüm noktası oldu: Naziler, Yahudi nüfusuna yönelik soykırım katliamlarına Sovyetler Birliği’nin işgal altındaki topraklarında başladı. Ardından, Ocak 1942’de, Wannsee Konferansı’nda, Nazi önderliği, Avrupa’daki Yahudi nüfusunun ölüm kamplarında sistematik olarak yok edilmesine karar verdi.

1920’lerde Nazi hareketinin yükselişinin başlangıcından beri, Hitler her zaman başlıca hedefinin Almanya’da ve Avrupa’da “Marksizmin tamamen yok edilmesi” olduğunu vurgulamıştı. Alman emperyalizmi savaşla iki temel amaç güdüyordu: Birincisi, Naziler, 1917 Ekim Devrimi’nden doğan işçi devletinin ortadan kaldırılmasının uluslararası işçi sınıfı hareketine büyük bir darbe vuracağını umuyorlardı. İkincisi, Alman emperyalizmi, başlıca emperyalist rakibi olan ABD’ye karşı planladığı savaş için Sovyetler Birliği’nin kaynaklarına ihtiyaç duyuyordu.

Nazilerin Sovyetler Birliği'ne karşı imha savaşı
Wehrmacht'ın 1941'deki ilerleyişi

Bu harita, Almanların 1941’deki ilerleyişini gösteriyor. 3 milyondan fazla asker, “Barbarossa Harekâtı” adlı bir operasyon koduyla 1.800 kilometre uzunluğundaki Sovyet sınırının tamamını istila etti: Yılın sonuna kadar, Sovyetler Birliği’nin Avrupa kısmının çoğu Nazi işgali altındaydı.Savaşın ilk yılında, Naziler ve onların yerel işbirlikçileri, şu anda Ukrayna, Belarus, Litvanya, Letonya ve Estonya olan yerlerdeki Yahudi nüfusunun büyük bir kısmını katletmişti. 1917 devriminin şehri Leningrad da dahil olmak üzere büyük şehirler kuşatma altındaydı ve nüfusları sistematik bir açlık politikasına tabi tutuluyordu. Sovyet savaş esirleri 1941 sonbaharında ve 1942 ilkbaharında kamplarda ve ölüm yürüyüşlerinde ayda 300.000’e varan bir oranda açlıktan öldü ve tüm Sovyet savaş esirlerinin yüzde 85 ila 90’ı öldürüldü. Bu politikalar, Nazilerin, esas olarak Sovyet işçi sınıfını hedef alan ve 30 milyon Slav’ı öldürmeyi amaçlayan “Açlık Planı”nın bir parçasıydı. 1942’nin sonlarına doğru, Stalingrad Muharebesi ile savaşın gidişatı değişti ve Kızıl Ordu, Wehrmacht’ı geri çekilmeye zorlayabildi.

Ekim Devrimi, Kızıl Ordu ve Stalinizm

SSCB’de Stalinizmin yükselişi, Sovyet ve uluslararası işçi sınıfını savaş karşısında feci şekilde hazırlıksız bıraktı. Stalinistleştirilmiş Komünist Enternasyonal’in felaket getiren politikaları, faşist tehdit karşısında Alman işçi sınıfını silahsızlandırmada kritik rol oynadı ve Hitler’in 1933’te iktidara gelmesini sağladı. İspanya’da Stalinistler, iç savaşta Franco’nun zaferine yardım edecek şekilde proletaryanın mücadelesini boğdular.

Ardından, 1936-1938 Büyük Terör’ünde Stalin, Rus İç Savaşı’nda Lev Troçki tarafından eğitilmiş olan Kızıl Ordu’nun tüm önderliği de dahil olmak üzere binlerce devrimci sosyalisti öldürdü. Ağustos 1939’da Stalin, Nazi Almanyası ile bu şekilde “barışı” garanti edebileceğine dair boş bir umutla Hitler ile bir pakt yaptı. Sonuç, Nazilerin Polonya’yı istila etmesi ve Eylül 1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlaması oldu.

Bu suçlara rağmen, Sovyet halkı Ekim Devrimi’nin kazanımlarını Nazi istilacılara karşı savunmak için ayaklandı. Lev Troçki’nin 1934’te öngörmüş olduğu gibi, “Rus Devrimi, akışını savaş kanalına yönlendirmek zorunda kalırsa, müthiş ve ezici bir gücü serbest bırakacaktır.” Troçki, 1940’ta Stalinist bir ajan tarafından öldürülmeden önceki son büyük eseri olan Marksizmi Savunurken’de, Sovyetler Birliği’nin yozlaşmış da olsa bir işçi devleti olarak kaldığını ve uluslararası proletarya tarafından emperyalizme karşı savunulması gerektiğini vurguladı. Bununla birlikte, Ekim Devrimi’nin kazanımlarını gerçekten savunmanın tek yolu, bürokrasinin Sovyet işçi sınıfı tarafından siyasi bir devrimle alaşağı edilmesi ve sosyalist devrimin ileri emperyalist ülkelere genişletilmesiydi.

Kızıl Ordu ve Sovyet halkının kahramanca mücadelesi, Nazi Almanyası’nın yenilgisinde belirleyici güç oldu ve 1943’ten itibaren Nazi işgali altındaki Avrupa’da bir devrimci mücadele dalgasına ilham verdi. Faşizmin çöküşünden ve savaşın sona ermesinden sonra kapitalizmin yeniden istikrara kavuşturulmasını mümkün kılan, bu mücadelelere Stalinizmin ihanetiydi.

1930'larda STALİNİZM
Günümüzde tarih tahrifatına ve faşizme karşı mücadele

Aşırı sağcı güçlerin devlet eliyle desteklenmesinin bir parçası olarak, son yıllarda faşizmin suçlarını örtbas etmek ve Hitler’e itibarını geri kazandırmak için sistematik girişimlerde bulunuluyor. Almanya’da, Profesör Jörg Baberowski, 2014 yılında, “Hitler kötü biri değildi,” diye ilan etti. Ayrıca Wehrmacht’ın Sovyetler Birliği’ne karşı işlediği suçları aklamayı amaçlayan kitaplar yayımladı. O zamandan beri neo-faşist Almanya İçin Alternatif (AfD) federal meclisin bir parçası haline geldi ve polis, ordu ve istihbarat teşkilatlarında aşırı sağcı ağlar keşfedildi.

Şubat 2014’te Kiev’de gerçekleşen emperyalist destekli, aşırı sağcı darbeden bu yana ABD ve Alman emperyalizmi, Ukraynalı Nazi işbirlikçilerinin geleneğini sürdüren aşırı sağcı güçlerle açıkça birlikte çalıştı. ABD’de eski Başkan Donald Trump, faşist bir hareket inşa etmeye çalışıyor. Bu çabaların geçici doruk noktası, 6 Ocak 2021’de Washington’daki faşist darbe girişimi oldu.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, uzun yıllardır bu tarihsel tahrifata ve Avrupa’da ve dünya çapında faşist güçlerin yükselişine karşı sistematik bir mücadele yürütüyor.

Faşizme karşı uluslararası bir sınıf stratejisi için